29 Ocak 2015

İntihar Odası

29 Ocak 2015
I.

"Kapıyı kapatıyorum. Hava kuru ve güneşli. Birkaç yüz metre uzağımdaki pazar yerinden her zamanki gibi kalabalığın sesi yükselmekte. Bir anlığına başardığımı sanıyorum. Ama hayır, ağzım kurumaya başlıyor hemen. Korkuya kapılıyorum. Bu kadar çabuk mu? Her şey bitti mi? Belki... Belki bir ihtimal...

İnsanlardan yardım istemek için bir-iki adım atmaya çalışıyorum ancak dizlerim titriyor. Ayakta bile zor duruyorum. Dudaklarım ve dilim acımaya başlıyor. Hiç olmazsa birileri gelsin diye bağırmaya çalışıyorum, ama hayatımın kendime dair en korkunç imgesi canlanıyor kafamda; ses tellerim kopuyor. Boğazımı tutuyorum, sanki sımsıkı tutarsam her şeyi düzeltme şansım olacakmış gibi.

Kemiklerimden gelen çatırdama sesi ile birlikte yere yığılıyorum. Kimse yok, kimse gelmiyor yardıma. Biliyorlar onlar da, farkındalar. Ben kendisine ihanet etmiş bir tanrıyım. Hayır, tanrı değilim; tanrı olmaya çalışırken her şeyi berbat etmiş bir zavallıyım. İşte tüm bedenim acıyla dolmaya başlarken, içimi dolduran manevi acı da bu. Hiçbirine engel olamıyorum.

Yerde her debelenmeye çalıştığımda kırılan kemiklerim gözlerimden ilk başta bir iki damla yaş getiriyor. Sonra o yaşlar da kuruyor, gözyaşı keseciklerim kuruyor, göz sıvım çekiliyor. Göz kapaklarım gözlerimi çiziyor. Kupkuru iki taş geçiyor gözlerimin yerine ve depderin bir karanlık. Artık ne bağırabiliyorum acımı dışarı atmak için ne de ağlayabiliyorum.

Belki de diyorum, birileri gelmiştir yakınlarıma yardım etmek için kendi aralarında bir şeyler fısıldaşıyorlardır. Kulak kabartmak istiyorum. Beni dış dünyaya bağlayan son köprüme sıkı sıkı tutunmak istiyorum. Ve aslında biliyorum olacakları. Korkuyorum. Sadece birkaç saniye dinleyebiliyorum sessizliği ve sonrasında büyük bir gürültü kopuyor kulaklarımda, beynime doğru koca bir fırtına akıyormuş gibi bir gürültüyle irkiliyorum. Ve artık hiçbir şey duymuyorum, kulak zarım patladı, anlıyorum. Bunu ben istedim.

Geriye bir tek hayal gücüm kalıyor. Vücudumu dolduran acının her zerresini hissediyorum. Damarlarım çatladı, kan vücudumun içinde serbestçe dolaşıyor, iç organlarım parçalandı, derim koptu, kemiklerim unufak oldu. En kötü acıyı da beynimde duyumsuyorum. Tamamen sıvı haline gelmiş bir beyin ve hiçbir canlının dayanamayacağı bir acı dalgalanması. Ölmek istiyorum, kendimi öldürmek istiyorum. Ama artık çok geç. Hiçbir yerimi oynatamıyorum. Kalbim bile atmıyor, farkındayım. Ölmüş olması gerekir diye düşünüyordur, cansız duran bedenimi toprağa gömenler. Ama hayır, ben acı çekiyorum.

İşte dünyada var olabilecek en kötü ölüm. Öldükten sonra dahi vücudunu kasıp kavuran dünyadaki en güçlü acıları hissetmek."

II.

Babasıyla birlikte pazar yerini dolaşan çocuk, babasının uzun süren pazarlığından sıkılmış olsa gerek, uzaklara bakınarak ilginç bir şeyler görmeyi ümit etti. İlk birkaç saniye sıkıcı bir günden fazlası yoktu uzaklarda da. Ama birden bakışları bir adama dikildi ve keskinleşti. Kapıyı kapatan adam ayakta beklemiş, bir iki adım attıktan sonra yere yığılmıştı. Yerde bir süre çırpındığını gören çocuk, hemen babasına doğru dönüp heyecanlı bir şekilde adamı göstererek, yere düştüğünü ve yardım etmeleri gerektiğini söyledi. Babası gözlerini kaçırdı. Eliyle oğlunun başını tutup kendisine doğru çekerek oğlunun adama bakmasını önlemeye çalıştı. Boş ver oğlum, dedi. Babasının çaresizlik ve korku içinde olduğunu gören çocuk istemeye istemeye de olsa adama bakmaktan vazgeçti. Ama aklında o adam vardı. Ve bu ilk değildi. Daha önce de o evin önünde bir sürü erkek ve kadın görmüştü. Hemen hepsi yere düşüyordu. Ertesi gün toprağa gömülüyorlardı, yani ölüyorlardı hepsi. Yanarak ölüyorlardı, boğularak, acı içinde bağırarak, kendi kendisini parçalayarak, bazen de sessiz ve sakince ölüyorlardı. Kimdi onlar? Ve neden ölüyorlardı? Birkaç şey duymuştu arkadaşlarından, ama tam olarak oturtamıyordu kafasında bir yerlere bunu.

Babasının üzgün olduğunu gördüğünden pazar yerinde bir şey dememişti babasına ama eve gelir gelmez odasına çekilmiş ve uzun süre kendisiyle hesaplaşmıştı. Artık kararını vermişti: Neler olduğunu akşam yemeğinde anne ve babasına soracak, her şeyi öğrenecekti. Kararlıydı. Ve artık tek yapması gereken akşama kadar sabretmekti.

Akşam hep birlikte yemeğe oturduklarına babasının ve annesinin huzursuz olduğunu sezinledi çocuk. Ama bu noktadan sonra önemli değildi hiçbir şey. Belki biraz keyifleri kaçardı, o kadar. Hem belki de kaçmazdı, ama duydukları doğruysa ve babasının hüznünü doğru anlamlandırabiliyorsa, bu akşam duyacaklarının çok da iyi şeyler olmadığını kestirmek zor değildi onun için.

Herkes masaya oturmuştu ve birkaç sessiz dakika geçmişti. Derin bir nefes alıp, baba, diye söze girdi çocuk. Tam bu sırada babası kaşlarını çattı ve biliyorum dedi.

"Biliyorum oğlum, orada neler olduğunu öğrenmek istiyorsun. Hakkın var buna. Annenle uzun uzun oturduk ve konuştuk, sana her şeyi olduğu gibi anlatmanın doğru olduğuna karar verdik. Ama senden tek bir isteğimiz var: Sakın ama sakın o aptallığı yapma."

Çocuk, babasının hangi aptallıktan bahsettiğini anlayamadı, ama tamam dedi.

"Bak oğlum, bugünkü adamın önünde yere düştüğü ev, tarihin ilk zamanından beri varmış. Daha doğrusu, kimse ne zaman yapıldığını bilmiyor, ama herkes o evin her zaman orada olduğunu söylüyor. Evin tek bir odası varmış. İçine girenlerin bizlere aktardıklarına göre içeride sadece bir masa, bir sandalye, bir kalem ve temiz bir sayfa kağıt varmış. Ha, bir de duvara asılı bir ayna.

Bu ev, daha doğrusu oda, senden dünyadaki en kötü ölümü o kağıda yazmanı istiyor. İçeri girdikten sonra yapman gereken odanın istediği en kötü ölümü yazmak. Eğer başarırsan ölümsüzlüğü elde edersin, ama başaramazsan, o kağıda yazdığın şekilde ölürsün. Bu yüzden o eve ve odaya intihar odası diyorlar.

Şimdiye dek sadece bir kişi başarmış doğru ölümü yazmayı ve hemen çekip gitmiş buralardan. Yüzyıllarca önce olmuş bu olay. Kimse o adamın oraya ne yazdığını veya kim olduğunu veya nereye gittiğini bilmiyor. Ama herkes hiç olmazsa bir kişinin başarılı olduğuna inanıyor.

İşte bugün ve muhtemelen daha önce gördüğün herkes o odadan çıkıyorlardı ve kağıda ne yazdılarsa o şekilde ölüyorlardı. Kimisi sessizce kimisi koca bir şamatayla ölüyor. Bu kentin halkı alışık. Sen de alışacaksın. Ben de küçükken merak ediyordum o odayı ama merak etmemeyi öğrendim. Çünkü o oda ve ölümsüzlük insanın içini kemirir. Günlerce, gecelerce en kötü ölümün ne olduğunu düşünürsün. O odaya asla girmeyeceğini sanırken, en kötü ölümü bildiğine o kadar inanırsın ki, bir tek yazıya dökmek kalmış gibi gelir sana. İnsan ruhunun karanlığının bir yansımasıdır oysa bu. Senin benim gibi insanlar bilemez odanın istediği en kötü ölümü. Tarihte belki bir veya iki kişi bilir ve onlar da insandan daha üstün kişilerdir. Onun için lütfen, asla aklına getirme bunu. Sadece bilmen gereken bir şeyi anlattık sana, o kadar."

Çocuk, babasının içten ve uzun konuşmasını garipsedi. Şimdiye dek babası böylesine ayrıntılı bir konuşma yapmamıştı kendisiyle. Ama çocuğun merak ettiği birkaç şey daha vardı. Madem bugün farklı bir gündü, o halde öğrenebildiği kadar fazla şey öğrenmeliydi. Peki dedi çocuk, peki odaya girip hiçbir şey yazmazsan?

Annesi sanki ilk defa dinler gibiydi bunları, ta ilk baştan beri. Bu soru üzerine yine gözleri büyüdü ve başını kocasına doğru çevirip, sanki cevabını bilmiyormuş gibi gelecek cevabı bekledi. Çocuğun babası oğlunun bu ilgisinden rahatsız olmuştu. Ama soruyu duymazdan gelerek veya geçiştirerek iyi bir şey yapmayacağını düşünüyordu.

"Bunu deneyenler de olmuş," dedi çocuğun babası. "Artık kimse denemiyor, çünkü yine ölüyormuşsun. Kalp krizi veya ona benzer bir şekilde. Sessiz sedasız bir ölüm. Belki de acı dolu ama bunu bilemiyoruz. Çünkü odanın kapısı kapandıktan sonra yalnıza birkaç saniye hayatta kalabiliyorsun, sonra kağıda ne yazmışsan o şekilde ölmeye başlıyorsun."

Çocuk heyecanlandığını hissetti ama bir şey belli etmemeye çalıştı. Babası derin bir nefes aldıktan sonra, oğlum bak, dedi. "Anlıyorum, herkes gibi ilgini çeken bir hikaye. Gerçek-dışı, bilindik her şeye aykırı. Ama o oda orada duruyor ve kimseye şimdiye dek ölümden başka bir şey getirmedi. En bilgeler, en cesurlar, en zenginler sırf bu ölümsüzlük saçmalığı yüzünden hayatlarından oldular. Artık gerçeği öğrendin ve unutmanı istiyorum. Çıkar o odayı aklından. Aptal çocuklar gibi hayaller kurup bizleri üzecek işlere kalkışma."

Çocuk bir anlığına annesine baktı. Annesinin gözlerinin daldığını ve yüzünde anlamlandıramadığı bir hüzün olduğunu gördü. Sonra gözlerini kesin bir ifadeyle babasına çevirdi ve tamam baba, asla ama asla böyle bir aptallığa kalkışmayacağım ve şu andan itibaren o odayı aklımdan çıkaracağım, söz veriyorum dedi. Ve gülümsedi. Babası biraz rahatlamış gibi karısının yüzüne baktı. Gözlerini indirdi ve yemeklerine devam ettiler.

III.

20 YIL SONRA

Marangozhanenin kapısı hızla açıldı ve içeriye soluk soluğa biri girdi. Oğlun dedi. Biraz duraksadı. "Oğlun odaya girmiş. İntihar odasına."

Çocuğun babası donup kaldı. Bir anlık bunun gerçek olamayacak kadar trajik olduğunu düşündü. Gerçekten bu olabilir miydi? Ne, dedi, sanki duyduklarını inkar etmesi için karşısındakine fırsat tanır gibi.

"Hadi, çabuk, çok zamanı yok oğlunun. Birazdan çıkar odadan."

Kısa bir duraklama anı oldu ve babanın gözleri daldı, dudaklarından, söz vermiştin, cümlesi döküldü. Sonra elindekileri yere fırlatıp koşabildiği kadar hızla koşmaya başladı.

Kapıyı çoktan kapatmıştı genç adam. Bir zamanlar çocuk olan genç adam. Önce odaya şöyle bir göz gezdirdi. Gerçekten de odada sandalye, masa, kağıt kalem ve ayna dışında bir şey yoktu. İçerisinin umduğu gibi olması rahatlattı genç adamı. Birkaç adım atıp duvarlara dokundu. Herhangi bir duvardan farkı yoktu. Aynada kendini izledi. Bildiği aynaydı. Masa, sandalye, kağıt ve kalem. Her şey bildiği gibiydi. Hiç de korkunç ve doğa-üstü bir yanı yoktu odanın. Hatta içerisi bir şömine biraz mobilya ile oldukça huzur dolu bir yer haline gelebilirdi.

Tam 20 yıl boyunca bu odayı düşünmüştü genç adam. Gizlice evin çevresinde dolaşmış, intihar odasından çıkanları beklemiş, ölümleri başlamadan önce onlardan intihar odasına dair ne tür bir bilgi olursa olsun koparmaya çalışmıştı. Ölen insanların nasıl öldüklerini, en kötü ölüm olarak içeride neler yazdıklarını kestirmeye ve bundan da önemlisi, yüzyıllarca önce odanın istediği en kötü ölümü yazarak ölümsüzlüğe kavuşan adamın ne yazdığını tahmin etmeye çalışmıştı. Tüm bu uğraşının, o odaya girmeden anlamsız olduğunun da farkındaydı genç adam.

Sandalyeyi çekip oturdu genç adam. Hafif bir fısıldamayla, en kötü ölüm, ha? dedi. "Peki, neden?"

Babası, oğlu çıkmadan gelebilmişti evin önüne. İçeriye girmek istedi. Komşuları izin vermedi. Yere yığıldı adam ve ağlamaya başladı: "Neden? Neden yaptın oğlum? Seni de kaybetmeye dayanamam."

IV.
5 DAKİKA SONRA
Kapı açılır ve genç adam dışarı çıkar. Babası oğluna doğru koşar ve sıkıca sarılır: "Söz vermiştin. Girmeyecektin. Neden?"

5 DAKİKA ÖNCE
"Bir oda intihar senaryosuna karşılık neden ölümsüzlük vaat eder?"

5 DAKİKA SONRA
Genç adam, üzgünüm baba, böyle olsun istemezdim, der.

5 DAKİKA ÖNCE
"Peki gerçekten biri ölümsüzlüğe kavuşabilir mi?"

5 DAKİKA SONRA
"Çok mu acı çekeceksin, oğlum? Annen kadar acı çekecek misin?"

5 DAKİKA ÖNCE
"İntihar odası kimin için yapıldı? Tek bir insan için mi, yoksa..."

5 DAKİKA SONRA
"Üzgünüm baba. Yapmak zorundaydım. Odanın istediği buydu. Her şeyi düzene sokmalıydım."

5 DAKİKA ÖNCE
Genç adam tüm o düşüncelerin ve geçen yılların ardından sert bir hamle ile kalemi sağ eline alır ve yazmaya başlar:

5 DAKİKA SONRA
Genç adam babasının omuzlarından tutar ve kendinden uzaklaştırır.

5 DAKİKA ÖNCE
"İntihar odası ne istiyor? Bir insanın en kötü ölümü bulmasına karşılık ölümsüzlük vermek, ha! Saçmalık."

5 DAKİKA SONRA
Genç adamın babası birden ağlamayı keser. Yanındakilere bakar. Hepsinin yüzünde bir ciddiyet vardır.

5 DAKİKA ÖNCE
"Bir zamanlar birinin en kötü ölümü bulduğu söyleniyor. Ölümsüzlüğe kavuşmuş, öyle mi!. Saçmalık."

5 DAKİKA SONRA
Babanın yanındaki adam yere yığılır. Genç adam diliyle dudaklarını ıslatır ve başını hafifçe yere eğer: "Üzgünüm."

5 DAKİKA ÖNCE
"İntihar odası tek tek kişilerle ilgilenmez. İntihar odası kalabalıklarla ilgilidir. İntihar odasına tek bir insan girer, ve aslında, tüm insanlar çıkar bu odadan."

5 DAKİKA SONRA
"Ne yaptın oğlum sen?" der babası. Kalbini tutar. Canı yanmaktadır. Dizlerinin üstüne çöker baba. Pazar yerinden çığlıklar gelmeye başlar.

5 DAKİKA ÖNCE
"İntihar odası insanlığın sonuna açılan kapıdır; bireylerin kahramanlıkları için var olmamıştır burası. Evet, bu oda, tüm insanların intihar odası."

5 DAKİKA SONRA
Genç adam kaşlarını çatar. Önündeki tüm insanlar yere düşmeye başlar birer birer. Pazar yerinde bir kargaşa havası vardır. Arkasında bir sıcaklık sezinler genç adam.

5 DAKİKA ÖNCE
"O kişi... Ölümsüzlüğe kavuşan kişi... Tamamen palavra. Çünkü anlıyorum artık en kötü ölümün ne olduğunu. En kötü ölüm..."

5 DAKİKA SONRA
Genç adamın arkasındaki ev yanmaya başlar. İntihar odası yanmaya başlar. İnsanların çığlıkları gökyüzüne yükselir. Gökyüzü bulutlarla kaplanır. Yer sarsılmaya başlar. Babası "Ne yaptın oğlum?" der. Elini oğluna uzatır.

5 DAKİKA ÖNCE
"En kötü ölüm, kıyametten sağ kurtulan kişinin yaşayacağı ölümdür. Ve sonsuz bir yaşam, ancak bu şekilde mümkün olur."

5 DAKİKA SONRA
Üzgünüm baba, der genç adam. Tüm dünya hızlı bir şekilde alt üst olmaktadır. Genç adam pişman gözükmemektedir. Tüm insanlar yere düşmekte, vücutları parçalanmakta, acı çekmekte ve en önemlisi de ölmektedirler. Bir tek genç adam ayaktadır. Hüzünlü bir yüzü vardır.

5 DAKİKA ÖNCE
"İntihar odası... Sen kazandın. Ancak bizleri de bu yenilgimiz özgür kılacak."

Ümid Gurbanov 
— o —

Dipnot: Bu öykü ile Gio 2013 Öykü Yarışması'na katılmıştım; öyküm bana birincilik getirmeyi başaramadı, ama yine de öykü seçkisine girmemi sağladı ve Gio Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler adlı kitapta yayımlandı.

0 yorum var:

Yorum Gönder

 
Sağlıcakla kalmanızı dilerim.